DOLAR 32,5375 -0.02%
EURO 35,0049 0.45%
ALTIN 2.434,360,48
BITCOIN %
İstanbul
19°

PARÇALI BULUTLU

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Lebaleb: Sözcükten zihne

Lebaleb: Sözcükten zihne

ABONE OL
Şubat 22, 2021 12:00
Lebaleb: Sözcükten zihne
0

BEĞENDİM

ABONE OL
author

SELÇUK CANDANSAYAR

[email protected]

2021.02.22 07:06

AKP il kongreleri olanca hızıyla sürüyor. “Lebaleb” dolu olmasıyla övündü genel başkanları.

Kalabalığı tanımlamak için, tıklım tıklım, hıncahınç, tıka basa gibi kullanabileceği çok sayıda sıfat arasından günlük dilde kullanılmayan birini seçti. RT Erdoğan, az kullanılan sözcükleri dillendirmeyi seviyor. Metin yazarları da bu yanını biliyorlardır ama “prompterdan” okurken değil de doğaçlama yaparken daha çok kullanıyor.

Seviyor sevmesine ama özellikle doğaçlama konuşmalarında sözcük dağarcığının bir iç tutarlılığı da pek yok. Araya yerleştirdiği sözcükler, “ağdalı dil” kullanma özentisinin yansıması gibi duruyor. Farklı ve derin olma arzusunun dışavurumu da olabilir. Yabancı bir dili yeni öğrenenlerin ana dillerinde konuşurken araya yeni öğrendikleri yabancı sözcükleri serpiştirmeleri gibi, belki.

Merakı olmayan için sıkıcı bir yazı olabilir. Ama, en azından ben, Erdoğan’a “lebaleb” sözcüğünü seçtiren “düşünme etkinliğini” gerçekten çok merak ediyorum. Özenti ve farklı olma arzusunun ötesinde ne olabilir? Neden o sözcük?

“Lebaleb”, Farsça kökenli bir sözcük. Leb, ağız, dudak demek. Lebaleb, ağzına kadar dolu anlamına geliyor.

Kullandığımız dil kadar düşünebiliyoruz. Dil ile düşüncemizi aktarıyoruz. Düşüncemiz dille biçimleniyor. Sıfat kullanımı düşünce sürecinde oluşurken somut olandan soyutlanıyor. “Amma odun kafalısın” dediğimizde zor anlıyorsun demek istiyoruz. Odun, kurumuş, canlılığını yitirmiş, geçirgenliği kalmamış gibi özellikleri olan bir madde. Anlayışını “odun” olarak belirtirken, sana geçmiyor, aklına anlayışına girmiyor, demiş oluyoruz. Somut bir nesnenin kimi özelliklerini soyutluyoruz. Ardından da başka bir durumu, nesneyi, eylemi belirlemek için somuttan soyutladığımızı, yeniden somutlayarak soyut anlamı kullanıyoruz.

Şimdi lebalebe yeniden dönebiliriz. Erdoğan’ın, kongre salonlarının doluluğunu övünerek belirtmek için ağız, dudak, ağzına kadar dolu anlamları olan “ağdalı” bir sözcüğü, tam da Covid-19 gibi ağızdan çıkan damlacıklarla bulaşan bir salgın sırasında kullanması!

Dedim ya, dilimiz kadar düşünebiliyoruz diye, bir ekleme yapmalıyım. Beynimiz, düşüncelerimizi üretirken belleğimizle olduğu kadar duygularımızla da sürekli etkileşiyor. Öfkeliyken başka, mutluyken başka türlü düşünebiliyoruz ve bu zihnimizde beliren sözcükleri etkiliyor. Beynimiz anlamlı bir cümle için sözcükleri belleğimizden seçip bir araya getirirken duygularımız sözcük seçimini etkiliyor. Sözcük dağarcığımızı eğitim, çok okuma zenginleştiriyor elbet. Ama, sözcük seçiminde duygusal hal ile seçilen sözcük arasındaki ilişki dağarcığımızdaki sözcük sayısından bağımsız. Özellikle halk ozanlarının türkülerinde sözcük seçimi duygu ilişkisi bize bunu kanıtlıyor.

Dünya bir yıldır insanların birbirlerine temas etmemelerine çalışıyor. Ağızlarımızı maske ile kapatıyoruz. Ağızlarımızı birbirine yaklaştırmamaya çalışıyoruz. Öyle ki bu kurala uymayanlara yönetimler ağır cezalar veriyorlar. Ağızlarımızı birbirine yaklaştırırsak bize virüs bulaşabilir ya da biz karşımızdakine bulaştırabiliriz. Hükümet (RTE), insanlar bir araya gelmesin diye çok sayıda kısıtlama getirdi. Dernekler, vakıflar toplantı yapamıyor, restoranlar, barlar kapalı. Hükümet (RTE) toplanmayı yasaklamış durumda.

Aynı hükümet (RTE) binlerce insanı “ağzına kadar dolu” kapalı spor salonlarında bir araya getirip, üstelik bununla da nasıl övünebilir? Onların ağız ağıza gelmelerinden neden mutlu olabilir? Bir ayrıntıya dikkat edilmeli. Partinin kodamanları, salondaki kalabalığın içinde değiller. Sahada birbirlerine mesafeli ve daha güvenlikli maskelerle oturuyorlar. AKP seçmeni ise tribünlerde iç içe, ağız ağıza. RTE’ de görüntüyle katlıyor; oraya gitmeden orada oluyor.

Tebasına, kullarına karşı hissettikleriyle, onları “ne” olarak gördüğüyle ilişkili olabilir mi? Bir yandan partideki erimeyi engellemek için onları bir araya getiriyor ve fakat aynı zamanda onların hastalanmasını, ölmesini hiç umursamıyor gibi değil mi? Son tahlilde oylarına muhtaç olduğu için onlara hissettiği öfkeyi sezebiliriz.

Muhtaç olma hissi, muhtaç olunana kızgınlık besletir. Muhtacım diye dilenene sadaka verilmesini sağlayan da onun kızgınlığından (bedduasından) korunma önlemidir. Büyüsel düşüncedir.

Lebaleb, korku ve kızgınlığın düşünceyi sürçtürmesi galiba. Padişahlar bu yüzden seçimle gelmiyorlardı. Onlar tebalarını kendisine muhtaç olarak görüyorlardı.

Şimdilerde öyle ya da böyle, erken ya da geç bir genel seçim yapmak zorunda olduğuna çok kızgın ama kaybetmekten de o kadar çok korkuyor olabilir mi?

Neden BirGün?

Bağımsız bir gazete olarak amacımız, insanlara hakikati ulaştırarak ülkede gerçek bir demokrasi ve özgürlük ortamının yeşermesine katkı sunmak. Bu nedenle abonelikten elde ettiğimiz geliri, daha iyi bir gazeteciliği hayata geçirmek, okurlarımızın daha nitelikli ve güvenilir bir zemin üzerinden bilgiyle buluşmasını sağlamak için kullanıyoruz. Çünkü banka hesabını şişirmek zorunda olduğumuz bir patronumuz yok; iyi ki de yok.

Bundan sonra da yolumuza aynı sorumluluk bilinciyle devam edeceğiz.

Bu yolculukta bize katılmak ve bir gün habersiz kalmamak için
Bugün BirGün’e Abone Ol.

BirGün; seninle güçlü, seninle özgür!

BirGün’e Destek Ol

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.